Tuesday, January 17, 2006

EKİM 2005-2

Dün dünyanın en iyi insanıyla kahve içtim. Bu kişi benim eski bir arkadaşım ve adı Fatma. Öyle iyi bir insandır ki Hacca gidip zemzem suyuyla gusül abdesti alsan bu kızın yanında kendini yeterince arınmış hissetmezsin. Bu iyiliğini kışkırtıcı, fiyakacı ya da “bankacı” olmayan bir şıklıkla ve hakkaten güllaç gibi bir güzellikle taçlandırmıştır. Dün, belki bir yıl aradan sonra oturup, birer fincan kahve içtik. Bana başından geçen çok güzel bir hikaye anlattı. Fatma’nın klasik Polo’su var. Uzun zamandır bu arabayı kullanmaktadır ve güzel kadınların aksine arabasını onun için bakıma götürecek bir kocası, ya da sevgilisi yoktur. (Sanayiye gitse Mamak çöplüğüne melek düştü sanırsınız zaten). Arabası da Allah için kalender olsa da zaman zaman sorun çıkarmaktadır. Bir gün işlek sayılacak bir yolda istop eder araba. Birileri yardım eder umuduyla bakınır ama kimse ilgilenmez. Sonra bir kadın durup “sorun ne” diye sorar. Çalışmıyor cevabını alınca kadın “bujiler islanmıştır. Bir tane selpak ver, kaputu aç!” der. Kadın bujileri siler ama işe yaramaz. “O zaman vurduracağız,” der kadın. Fatma şöyle der:”Neresini vurduracağız?” Kadın açıklar. “Ben direksiyona geçeyim, sen de arabayı şu yukarı it. Sonra aşağı inerken..” Fatma “ben araba iteme” der. Kadın yoldan geçen birilerini durdurur. Kadın direksiyona geçer, vurdurur ve arabayı Fatma’ya verir.

Bütün bu vurdurma ve itme eylemi boyunca Fatma arabanın içinde arkada mı oturuyordu, yoksa akldırımda bekliyor muydu, sormayı unuttum. Ama arka koltukta bir leydi edasıyla oturmak ona daha çok yakışır.

0 Comments:

Post a Comment

<< Home