Monday, February 20, 2006

Seyir Defteri- Trial Versiyon

Şubat Bülteni: Şenol Bezci Babalığı Masaya Yatırıyor

Bu günlerde Babam ve Oğlum filmi çok revaçta. Bu rüzgarı da arkama alarak biraz Bulut’tan, baba olmaktan ve sair konulardan bahsetmek isterim. Bu baba olmak olayı öyle karmaşık bir şey ki nereden başlanır, ne yazılır bilmiyorum. İyisi mi kronolojik sırayı takip edeyim.

Çocuk Sahibi Omak ya da Olmamak: İşte mesele ...
Biz uzun yıllar çocuk sahibi olmak istemedik. Çocuk sahibi olmaya karşı falan değildik. “Bu dünyaya çocuk getirilmez” (peki hangisine getirilir???) geyiğini, özellikle bazı insanlarla (yani hani çocuk, hadi çocuk diyen akrabalarla) ciddi tartışmalara girmek istemediğimizde, kullandık (hatta annem böyle şeyler söylüyoruz diye ablama “bunlar kominist mi acaba?” bile demiş). Ama asıl mesele çocuğa ihtiyaç duymayışımızdı. Bu da kendi içinde sağlıklı bir yaklaşım değil. Ne olduğunu bilmediğimiz birşeye asla ihtiyaç duymayacaktık. Bu yüzden hep “şimdilik düşünmüyoruz” diyorduk. Böyle diye diye neredeyse 35 yaşıma girecektim. Bir gün bir bilge kadın olan Necla teyze, “Şimdilik düşünmüyoruz diye bir şey yok çocuklar. Yaşınız geldi geçiyor, artık bir karar vermeniz gerek. Çocuk yapın ya da yapmayın, ama artık kararınızı verin. Artık çocuk istiyorum dediğinizde çok geç olabilir ve çok üzülürsünüz.” Bu konuşmanın üzerinden çok zaman geçmeden Bulut kendi başına bu dünyaya gelmeye karar verdi zaten. Kendisi daha sonra doğacağı zamana da karar verecekti ve bendeniz saat ikide uyuduğum bir gecenin sabahında, saat 6’da “Şenol, kalk, suyum geldi” sesiyle uyanacaktım.

Evrimin Freudiyen Açıklaması
Baba olma konusunu sadece düşündüğüm dönemde şöyle birşey fark ettim: Baba ve oğul arasında bir gerilim olması kaçınılmaz ve doğaldır. İsa bile olsan, Musa bile olsan bu böyle. Bu gerilim azaltılabilir, çoğaltılabilir ama asla yok edilemez ve edilmemelidir. Belki çocuk babasını yenmek, alt etmek için kendini geliştiriyor. Belki babasının değer yargılarıyla yetinmediği için kendini ve dolaylı olarak toplumu yeniliyor. Yani baba ve oğul arasındaki gerilim evrimin önemli bir parçası. (İşte size evrim teorisine psikanalitik bir yaklaşım.) Ama ortada kaçınılamaz, kurtulunamaz bir otorite ve otoriteyle uğraşma durumu var. Şaire göre yolun yarısını geçtim ama benim için babam hala bir otoritedir; benim üstümde gücü vardır.

Alt üst ilişkisi hayatımda hep kaçındığım bir şey oldu. Hayatımın hemen hiç bir döneminde insanlara konuşurken bey ya da hanım hitaplarını kullanmadım. Ciddi şekilde korktuğum otoriteler olmadı hayatımda ve hiç kimse için, yani öğrencilerim için iki ya da üç eğitim döneminden daha fazla otorite olmadım. Zaten oldukça hoş görülü, insanların korkuyla bahsetmediği bir öğretmenim. Ama bu oğlumla değişecek. Benden iki dönem sonra kurtulamayacak; onun için varlığımla bir endişe kaynağı olacağım. Beni elbette sevecek ve tercih hakkım varsa beni çok sevmesini isterim ama ben onun için hep hesap vereceği bir kişi olacağım. İşte bunu istemiyordum ben (Bu yazdıklarımda bir garip iyimserlik, hoş bir böbürlenme olabilir çünkü bu gün gelinen noktada Bulut beni kesinlikle bir otorite olarak görmüyor; aramızda bir sorun olduğunda kriz uzamasın diye, o suçluyken bile özür dilediğimde, uzlaşmaya yanaşmıyor, boyun eğmiyor bana. Üstelik kendisi şu anda sadece dört (rakamla 4) yaşında) .
Bulut’un doğmasına yakın şöyle bir karar aldık: her an çocuğundan bahseden biri olmayacağız. Her fırsatta çocuğundan bahseden, her konuyu çocuğuna getiren insanlardan fazlasıyla gıcık oluyorduk o zamanlar. Bu yüzden Bulut doğduğunda, bir süre yeri geldiğinde bile bahsetmedim Bulut’tan. Ancak, çocuk, benim gibi yaşayan insanlar için (orta sınıf yarı-entellektüel, çocuğun yükünü anneyle paylaşan, çocuğunu seven, çocuğuyla ilişkisi günde yarım saat oynamakla sınırlı olmayan vs.) kaçınılmaz olarak hayatın merkezine gelip oturuyor. İtiraf ediyorum, hayatta hakkında en çok konuştuğum kişi oğlum Bulut’tur. İnsanlara Bulut’un hikayelerini anlatıyorum, yazıyorum. En garibi de Emek’le Bulut’u konuşmamız. Bütün bir günü hayatımızı zindan ederek bile geçirse, uyuduğunda Bulut’tan bahsediyoruz. Birbirimize Bulut’un ne kadar güzel olduğunu, ne güzel güldüğünü, baktığını, yemek yerken ya da tuvalette sıçarken ne kadar güzel olduğunu anlatıyoruz. Yani biz hastayız.

Çocuk İnsanın Atasıdır
Çocuğunun sana bağımlı olduğu yalandır. Aslında anneler, babalar çocuklarına bağımlıdır. Bütün zorluklarına rağmen ikinci, üçüncü çocuğu yapanlar bu bağımlılık yüzünden yapıyor. Çocuğun seni sevsin istiyorsun. (Ben bir zamanlar birisi “çocuk bütün sevgini karşılık göz etmeden verebileceğin biridir” dediğinde “yatmayacağım birine niye sevgimi vereyim ki” diyerek kafa bulmuştum.) Çocuğun seni çok sevsin istiyorsun. Oysa seni sevmesini stediğin şey altına sıçan, üstüne kusan birisi. Hayatta hiç bir başarısı olmamış, bazı zeki hayvanlar kadar bile aklı ve yetisi olmayan biri. Gece uyutmayan, gündüz rahat vermeyen, hayatına sekte vuran birisi. Ama çocuğun seni çok sevsin istiyorsun ve bunu alamayınca altına sıçan bir çocukla rekabete, karizma savaşına giriyorsun.

Kayı’nın abisi Yücel yıllar önce Toprak’la ilgili bir şey anlatmıştı ve ben bıyık altından gülerek dinlemiştim. Ayrı şehirlerde yaşadıkları için Yücel haliyle pek sık göremiyor Toprak’ı. Bir gün İzmir’e gidiyor Yücel, Toprak’ı göreceği için sevinçli mi sevinçli. Toprak’ın ise nemrutluk saatiymiş meğer o an. Başlıyor Yücel’e verip veriştirmeye. “İstemiyorum seni. Git burdan! Sevmiyorum seni. Gelmiycem yanına..” Yücel bu olayı şöyle anlatmıştı: “Abi, biliyorum çocuk ama çok moralim bozuuyo yaaa!”

Levent de Tuna’nın kendine bağımlı olmasını gurur verici ama kaçınılması gereken bir şey olarak anlatıyordu. Hiç açıkça söylemedi ama Tuna’yı en kolay kendisinin uyutmasından, sadece bakarak onu güldürmesinden, kendisine gizliden gizliye bir gurur payı çıkarıyor bana kalırsa. Ama açıkça söylediği çocukların babalarına bağımlı olmasının insanın egosuna iyi geldiği ama bunun çok tehlikeli bir şey olduğudur. Katılırım çünkü ben de Yücel’in başına gelen şeyi sürekli yaşıyorum. Başlangıçta Bulut dönemsel olarak beni ya da Emek’i gözde ilan ederdi. Bir süre herşeyi benimle yapmak isterdi. “Baba yemek yedirsin, baba çişe götürsün, baba kitap okusun”. Sonra aynı şeyi Emek’e yaptı. Yalan söylemeyeceğim biraz zoruma gitti başlangıçta. Ama sonra bunun geçici bir şey olduğuna karar verdik ve mesele etmemeye başladım. Bu süre uzayınca biraz endişelendim ve işin telafi yollarını bile aradım. Emek’e bir kaç akşam ortadan kaybolmasını ve beni oğlumla başbaşa bırakmasını önerdim. Planımı gerçekleştiremeden, rüzgar yön değiştirdi. Ama bu da kısa sürdü.

Kaçınılmaz Gerçekler
Şimdi kabul etmem gereken iki gerçek var: erkek çocukları, yüzyıllardır söylendiği gibi annelerine daha düşkün oluyorlar ve sadece benimle yaptığı şeyler var ve ben bunlarla yetinmek zorundayım. Örneğin evde Bulut’la resim yapan kişi benim. Bulut Batman olduğunda Örümcek Adam olmak bana düşer. Çizgi romanlara beraber bakarız. Bulut, çok sevdiği Atena grubundan Hakan olmuş ve gitarı eline almışsa ben mikrofonu alıp Gökhan olurum. O Gökhan’sa gitarı ben kaparım. Emek ender olarak Hakan’la Gökhan’ın annesi ama çoğunlukla hayranımız Hayriye olur.

Resim yaparken Bulut bir gün bana “baba çok güzel resim yapıyorsun” dedi. Bir sanat tarihçisi eleştirmen bunu söyleseydi daha mutlu olamazdım herhalde. Bu iltifatı eden kişinin bezli olması ve bunu söylerken bir yandan da burnunu karıştırması paradoksal olarak iltifatı daha da önemli yapıyor. Bir keresinde Emek’ten kuş resmi yapmasını istemiş ve Emek’in çizdiğini beğenmemiş. Bu da benim payıma düşen bir paye. Son günlerde Bulut’a renkleri karıştırmayı, üst üste farklı renkleri sürmesini öğrettim ve dün Bulut’un kreşte yaptığı resimde renkleri karıştırdığını görünce yine bir gurur duydum kendimle. Diyorum ya aslında biz onlara bağımlıyız, onlar bize değil.

Özlemekle ilgili bir sorunum var benim. Muhtemelen çok ben-merkezci bir insan olduğum için özlem duygum çok zayıf. Gittikçe de zayıflıyor galiba. Ama 37 yaşımda özlediğim, kolaylıkla, hiç zorlanmadan özlediğim tek kişi Bulut. Hem de öyle aradan bir kaç gün geçmesi gerekmiyor. Bir kaç saatte bile özleyebiliyorum kendilerini. Bu da iyi bir şey galiba.

Bonus Bülten 1: Geçen hafta kreşte Bulut ve sınıf arkadaşlarından iyi taraflarını anlatmaları istenmiş. Kimisi “ben hergün sütümü içiyorum”, kimisi “ben tabakta hiç yemek bırakmıyorum” demiş. Bulut şöyle cevap vermiş: “Benim gözlerim çok güzel, yanaklarım çok güzel, öğretmenim çok güzel”.

Bulut Diyalogları 1:
-Baba...
-Efendim oğlum?
-Bihahay. Ben bihahay demeyi çok seviyorum (bihahay=bilgisayar)

2 Comments:

Blogger homosapiens said...

senol, cok güzel yazmissin ya. ne güzel ifade etmissin. ben ne zaman yazi yazmaya kalksam kafam karman corman oluyor. hepsi bok oluyor sonra. offfff

6:37 AM  
Blogger Karakoncoloz said...

Şenol şu kayı nın abisi lafını değiştir ben sadece yücelim hani seni gecenin bir vakti bentderesinde bırakan yücel kayının abisi olarak var olmak istemiyorum...Bende bi blog yaptım oğlum hakkında bişeyler yazdım senin yazdıklarını görünce benimkileri silmeyi düşünüyorum. yada benim için bişeyler yazda oaraya koayayım bari.

5:36 AM  

Post a Comment

<< Home